22 Eylül 2013

Submarine


Bu filmi izleyeli çok oluyor aslında. Aklımda olmasına rağmen epeydir erteliyorum yazma işini. Submarine yani Denizaltı bir kitap uyarlaması olarak karşımıza çıkan bir film ve yönetmen Richard Ayoade'nin ilk uzun metrajlı filmi. Konusu ise Oliver Tate'in (Craig Roberts) etrafında şekilleniyor. Esas oğlanımızın esas kıza yani Jordana'ya (Yasmin Paige) olan hisleri, sorunlu aile ilişkileri ve ilginç komşularının annesiyle olan bağlantısı üzerine komik, zaman zaman ise üzücü dialoglarından oluşuyor. Hikaye'nin ana iki olayını Oliver'ın ailesi ve aşık olduğu kız oluşturuyor. Bunun üzerinden şekillenen ancak olağan filmlerin aksine araya çok güzel detayların sıkıştırılmış olduğu Submarine birçok yönüyle benzerlerinden ayrılmakta.
Benim en çok hoşuma giden şeylerden biri de 15 yaşına dönüp ergenliğimdeki hisleri hatırlamak oldu. Özellikle okulda geçen sahneler çok komikti. Oliver Tate karakterini canlandıran genç oyuncunun hakkını vermemek olmaz. Kesinlikle ilerisi için umut vaat eden bir tip. Bu arada filmin soundtrackleri de bir harika. Filmin ilk yarısında yani Oliver'ın hayatı kısmen yolunda giderken filmin arka yüzünde çalan şarkılar kamera çekimleri, renkler, dekorlar da ona göre şekillenmiş aksine 2. yarısınde ise işler tersine dönmeye başlıyor ve müzikler, renkler de buna ayak uydurmaya başlıyor.
İlginç çekim teknikleri ile olayların akışına kendinizi kaptırıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki film bitmiş. Ben izlerken çok eğlendim. Hafta sonu biterken ne izlesek de haftaya güzel başlasak diyenleriniz için harika bir seçim olacaktır.
İmdb puanı 7,2 olan Submarine filmine ben de 7,5 puan verdim.
İyi seyirler. :)

Trailer;



21 Eylül 2013

Balkanlara Yolculuk


Eveeet artık o malum zaman geldi çattı. Bloğumda 2 gün sonra başlayacak olan seyahatimizle ilgili yazıp çizebilirim. Öncelikle sürecin en başına dönmek istiyorum. İleride gitmek isteyecekler için de ufak tüyolar barındıran ve gideceğimiz yerlere ilişkin bilgiler vereceğim bir yazı yazmak amacım. O kadar çok blog okudum, değişik sitelere göz attım ki bu süreçte Balkanları avcumun içi gibi biliyorum diyeceğim neredeyse :)
Eğer yurt dışı gezisi planlıyorsanız ve daha ucuza mal etmek istiyorsanız uçak biletlerinizi mutlaka birkaç ay önceden almanızı tavsiye ediyorum. Biz Mayıs ayı civarında Pegasus'un yeni kampanyalarını da görünce satın almıştık. Belgrad, Üsküp gibi yerlere seferleri var artık Pegasus'un ve önceden alındığında gayet hesaplı oluyor. Her neyse, biletleri almaya karar verdiniz ve gideceğiniz yeri belirlediniz. Biz birkaç ülkeyi kapsayan bir güzergah belirlemiştik kendimize. Başlangıç noktası olarak da Belgrad şehrini. Sırbistan ile başlayacak yolculuğumuza Makedonya ve Bosna Hersek ile devam edeceğiz.
Öncelikle bu aşamada belirtmekte fayda var ki bu 3 ülkede vize istemiyor. Balkanlarda vize istemeyen sayılı ülkelerden kendileri. :)
Bizim gideceğimiz yerleri belirlemedeki öncelikli kriterimizde bu oldu. Tren yolculuğunu düşünenler de vardır aranızda ama şimdiden söyliyim tren seferleri çokta yoğun ve yardımcı olacak cinsten değil oralarda. İnternette de çok fazla bilgi bulamıyorsunuz bu konuda. Şehirler arasında ya da ülkeler arasında genel olarak tercih edilen ulaşım aracı otobüs oluyor. Neyse ki biz Belgrad'tan Üsküp'e trenle gideceğiz. Buna çok seviniyorum çünkü tren yolculukları bana çok zevkli geliyor ve eminim güzel fotoğraflar çıkacaktır.
Birden fazla ülkeye gitmeye karar verdiyseniz gitmek istediğiniz noktaları önceden belirlemeniz iyi olacaktır. İyi bir planlama şart. Örneğin yolculuk kısımlarını gece yolculuğu şeklinde gerçekleştirirseniz zamandan tasarruf etmiş olursunuz ve gezmek için daha fazla zamanınız olur.
Gelelim konaklamaya gitmeden önce booking.com ya da hostelworld gibi sitelerden kolayca ucuz ve güzel bir yer bulabilirseniz. Genelde öğrenci işi konaklamalarda gecelik 10 Euro dolaylarında oluyor fiyatlar. Bu işi de hallettik. Ha bu arada pasaport işine pek değinmedim ama bu konuda internette yeterince bilgi var zaten.
Gitmeden önce elinizde gidiş-dönüş biletleri, pasaport, yeterince Euro ve hostel rezervasyonları vs gibi şeylerin çıktıları olursa geçişlerde daha az sorun yaşarsınız. Genelde pek bir sorun çıkmadan hallediliyormuş bu aşama ama bizde 2 gün sonra yaşayarak görücez bakalım. :)
Okuduğum sitelerden edindiğim bilgilere göre Balkanlardaki şehirler genellikle ufak ve bir günde gezilebilecek cinsten ve yürüyerek her yere ulaşılabiliyor. Biz de bu bilgilere güvenerek 7 güne 6 şehir sığdırabileceğimizi düşündük ve ona göre bir güzergah belirledik. Hala bazı noktaları karanlık olan rotamızda zaman zaman "yüreğinin götürdüğü yere git" şeklinde hareket etmemizde muhtemel. :)
Pekiiiii nerelere gideceğiz biz?

1) Belgrad

Belgrad büyük bir şehir ve gezip görülecek birçok yeri var. 2 güne sığdırabiliriz umarım. Çünkü aklımızda bisiklet ile ufak bir gezi yapmakta var. :)

2) Novi Sad

Novi sad her yıl Temmuz ayı başlarında Exit müzik festivaline ev sahipliği yapan bir şehir. Biz kaçırdık ama siz bu tarihe denk getirmeye çalışabilirsiniz. En önemli yerlerinden bazıları Danube Parkı, Petrovaradin Kalesi ve Stari Grad.

3) Skopje (Üsküp)

Üsküp'te gezilip görülecek çokta fazla bir yer yok açıkçası çoğu yer de onarılıyor diye duydum. Ama Üsküp'e yarım saat uzaklıktaki Matka Gölü kesinlikle görülmesi gereken yerlerden. Umarım zamanımız kalırda gitme fırsatı buluruz.

4) Lake Matka

Matka Kanyonunda huzurlu bir tekne gezisi yapmayı çok istiyorummm. :) Ve bunun yanında çok eski zamanlara ait yapıları, kiliseleri ziyaret etmekte harika olurdu.

5) Ohrid

Ohri kenti ve gölü Unesco tarafından Dünya mirasları listesine dahil edilmiş. Gerçekten cennet gibi çok sevimli ufak bir yer. Kendi halinde bir kasaba edasında ama esasında epey turiste ev sahipliği yapıyor. 

6) Sarajevo (Saraybosna)

Saray bosna ziyaretimiz sırasında bizi en hüzünlendirecek şehir olacak sanırım. Savaşın derin izlerini taşıyan bir yer Bosna hersek ve eminim hikayelerini dinleyeceğimiz birçok kişiyle tanışacağız.

7) Mostar

Bosna Hersek'te yaşanan iç savaş sırasında yıkılan ve sonra tekrar yapılan meşhur Mostar köprüsü. Artık bir tarafında müslümanların bir tarafında hırvatlar ya da hristiyanların yaşadığı bir yer diyebiliriz köprü için.


Benden şimdilik bu kadar. Umduğumdan uzun bir yazı oldu malesef. Sonuna kadar dayanıp okuyanlara şimdiden teşekkürler. Döndükten sonra aldığım notlar ve çektiğim fotoğraflar eşliğinde gittiğimiz yerlerle ilgili daha detaylı yazılar yazacağım elbette. Bu da yolculuğa hazırlık yazımız olmuş olsun. :)




7 Eylül 2013

Katya'nın Yazı


Bu kitabı o kadar çok sevdim ki.. Birçok nedeni var bunun ama Trevanian gibi bir yazarı keşfettiğim için inanılmaz mutlu oldum. Nasıl gözümden kaçmış şimdiye kadar bilmiyorum ama geç buldum çok sevdim diyebilirim. Trevanian Amerikalı yazarımızın takma ismi bu arada. Gerçek adı Rodney William Whitaker. Kitaba gelirsek benim kütüphanede rafta görüp aaa ben bu kitabı çok merak ediyordum diyip raftan alışımla başlıyor hikaye. Eskiden goodreads mi vardı diye sitem edeyim de tam olsun. İşin aslı gerçekten zamanında okumayı isteyip sonra unuttuğum bir kitaptı bu. Görünce çok sevindim, hemen aldım. Sizlere gidip kitap şu şu tarihte yazılmış, yazarımızın hayat hikayesi şöyle gibi wikipedia bilgileri vermek istemiyorum. Değinebileceğim şeyler şu olabilir belki E-yayınları tarafından basılmış. Ben de ilk kez bu yayın evini duyuyorum açıkçası. Kitabın çevirisini de Belkıs Çorakçı yapmış ve iyi bir iş ortaya koymuş.

Konusu ise kısaca şöyle: Montjean ufak bir kasabada bir doktorun yanında çalışmaya başlar. Günün birinde Katya isimli -tanıdığı her kadından farklı gibi görünen- bir kızla karşılaşır. Sıkıcı kasaba hayatı bir an farklı bir hale bürünür. Savaşın en sert dönemlerinde geçen olaylar için aslında havai bir gencin olgunluğa evrilme hikayesi diyebiliriz kısaca. Katya da ikizi Paul ve babası ile yaşayan ve gizemli şekilde bu kasabaya yerleşmiş bir aileye sahiptir. Montjean kitap boyunca bir yandan bu gizemi çözmeye çalışırken öte yandan git gide bu tuhaf kıza aşık olmaya başlar. Kitabın en ilginç karakteri ya da en sevdiğim mi desek bilemedim benim için Paul idi. Galiba filme çekilse harika olurmuş dediğim bir ritme sahipti kitap. O kadar güzel ve akıcı bir üslupla yazılmış ki bir bakıyorsunuz otuz sayfa okumuşsunuz farkında olmadan. Yer yer nükteli espirili yer yer ise dramatik ve trajik bir dil hakimdi. Okurken tasvirleri gözünüzde kolayca canlandırabiliyorsunuz. Kah Katya, kah Paul, kah Montjean olarak buluyorsunuz kendinizi. Trevanian herkesle empati kurmanızı kolaylıkla sağlıyor.

Epey zamandır böyle sürükleyici aynı zamanda bu kadar duygusal bir kitap okumamıştım. Bundan böyle biri bir kitap önerisi istediğinde aklıma ilk gelecek kitaplardan biri olacak. Okuduğum süre boyunca sonunu hiç tahmin edemedim ve artık daha ne olabilir ki dediğimde yine lafımı yutmak zorunda bıraktığı için Trevanian'a sonsuz teşekkürler. :) Yazımı kitaptan aklımda kalan bir kaç alıntı ile sonlandırmak istiyorum, umarım alıp okursunuz ve siz de benim kadar seversiniz bu kitabı.

Bu gözlemlerimi onunla paylaşırken herhalde kendimi olağanüstü dürüst ve açık sözlü hissediyordum. Çünkü gençliğin o kayıtsız güveni içinde, duygusuzluğu sık sık açık sözlülükle karıştırmaktaydım. (sf. 9)

Ama sıradan hayatın da hayallere özgü hızlı tempoları reddedişinde her zaman yoğun bir ironi vardır. (sf. 15)

Yaklaşması beni biraz utandırdı, biraz da kararsızlık soktu içime. Parkta başka kimse olmadığına göre bana gelmekte olduğunu anlamıştım çünkü. Ayağa kalkıp onu selamlamalı mıydım? Kız bana yabancı olduğuna göre bu biraz fazla bir atak olmaz mıydı? Ama beri yandan sırtım ağaca dayalı, defterim kucağımda açık, şapkam gözüme inik pozda nasıl karşılardım onu? Basit sosyal olaylardan böyle utanç vesileleri çıkarmak, kararsızlığa uğramak için insanın hem genç hem de belli bir huyda olması gerekiyor. Ben de tam o yaşta ve o huydaydım. (sf. 18)

Taşra dedikodularının kurbanlarına da pek acırım. Dedikodu bizim kadınlarımıza günahını çıkarma olanağı verir. Kendi işlemeyecekleri, işleyemeyecekleri günahlar. Çünkü onları cesaretsizlikleri, hayal güçlerinin eksikliği ve fırsatsızlık engelliyor. Biz de bu eksikliklere namus diyoruz. (sf. 136)






Firefly Lane övmek için geri dönmüş olabilir miyim?

Açtım beyaz bir sayfa başladım yazmaya. Seni çok özledim canım blog. Bu yazı nasıl başlar neye evrilir bilmiyorum. Tam şu anda geçen hafta b...